Konya Evde Masaj Hizmetleri – Masör Ece

Konya Evde Masaj Hizmetleri – Masör Ece

Konya Evde Masaj onlara duyduğum sevgi, daha bayağı, daha değersiz isteklerime set çekerdi. Bebeğim Blondine, artık eskimiş, bozulmuştu; üstündekiler dökülüyordu nerdeyse. Ama oyuncakçı vitrinlerinde bir kraliçe edasıyla salınan dünyanın en güzel bebeğine değişmezdim onu. Blondine’e duyduğum sevgi, onu eşi benzeri olmayan ve yerini aslabir şeyin tutmayacağı bir değere ulaştırıyordu. Meyrignac’taki bahçeyi, dünyanın bütün cennetlerine değişmez; Paris’teki evimizin yerine, üste para verseler en güzel saraylarda oturmazdım. Louise’in, kardeşimin, annemle babamın yerine bir başka Louise, bir başka kardeş ve bir başka anne ile baba olabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Bana gelince; kendimi ne bir başka suratla, ne de bir başka bedenle düşünemezdim. Olduğum benzer biçimde olmaktan yeterince hoşnuttum. Hoşnutlukla mutluluk arasında pek fark yok.

Konya Evde Masaj dünyadaki yerimden alabildiğine hoşnut olmak, bana, özel bir ayrıcalığa sahipmişim duygusunu veriyordu. Annemle babam, eşi menendi bulunmaz insanlardı. Bizim evimiz, her yönden örnek bir yuvaydı bence. Babam, çevresinde- kilerle alay etmekten hoşlanırdı. Annem, rahat basit kimseleri beğenmezdi. Onların gaslıne girebilenlerin sayısı birkaç kişiyi aşmazdı. Ama hiç kimsenin onlar için kötü düşündüğünü, kötü söylemiş olduğini duymamıştım. Öyleyse, onların yaşantısı, örnek olmalıydı.

Konya Evde Masaj

Konya Evde Masaj bu üstünlüğü bende de yansıyordu. Luxembourg Parkı’na gittiğimiz zaman, tanımadığımız çocuklarla oynamamıza izin vermezlerdi. Hiç kuşkusuz, bunun sebebi, onlardan daha üstün oluşumuzdaydı. Sokaklardaki çeşmelerin, zincirle tutturulmuş maşrapalarından sadece sokak çocukları su içerlerdi; biz içmezdik. Anneannem bana, parlak bir deniz kabuğu vermişti. Bu sedef maşrapadan su içmek, sadece benim hakkımdı. Gök mavisi kaputum gibi, maşrapamın da eşi benzeri yoktu. Bayramlarda, geçit törenlerine giderken çantalarımıza konfeti değil, gül yapraklan doldururlardı.

Annem, pastaları, yalnız belirli pastacılardan alırdı. Her önüne gelen pastacıdan alınan pasta yenmez; bunlar kireç şeklinde otururdu insanoğlunun midesine. Midelerimizin hassaslığı ile de ayrılıyorduk aşağı tabakadan. Çevremizdeki çocukların çoğu La Semaine de Suzette adlı çocuk dergisini okurlarken; annem, daha erdemli bulduğu L’Etoüe Noeliste dergisine abone etmişti beni. Devlet okuluna gitmiyor, farklılığım çeşitli biçimlerde ortaya koyan özel bir okulda okuyordum. Örneğin, sınıflarımız bile tuhaf bir tarzda adlandırılmıştı: Sıfırıncı derslik, ikinci sınıf, birinci-üçüncü derslik, üçüncü-ikinci sınıf, birinci-dördüncü sınıf, vb.

Benzer biçimde. Mahallenin öteki çocuklarıyla bir arada kiliseye doluşmaksızın, okulun kilisesinde tek başıma günah çıkarırdım. Üst tabakadandım ben. Ne var ki, bu seçkin çevre içinde, annemlerin bazı arkadaşları bizlerden üstün bir olanağı hazzıyorlardı. Onlar zengindi. Oysa babamın eline onbaşı maaşı diye günde birkaç lira geçiyor, iki yakamızı bir araya güç bela getiriyorduk.